19.12.09

Hıçkıran Adam'ın Hikâyesi


Yazarın giriş notu:

Hıçkıran bir adamla ilgili,
hıçkırıklı bir hikâye
hıçkırdım.

~*~

Vakti zamanında bir adam varmış. İyi niyetlimi kötü niyetlimi bilinmez ama kendi halinde arkadaşları olan kendi halinde bir adammış. Birgün hıçkırık tutmuş bu adamı. Bütün bir sabah ve öğleden sonrayı hıçkırarak geçirmiş. Su içmiş, hıçkırık boğulmamış. Nefesini tutmuş, kızarmış, morarmış ama hıçkırık bana mısın dememiş. Amuda kalkmış, başı dönmüş boynunu kırıyormuş az daha! Hıçkırık düşüp gitmemiş. Birileri karanlığın gölgesinde saklanıp aniden sıçrayıp korkutmuş hıçkırık tutan adamı, "hıçk!" demiş adam, sonra durmuş bakmış gerisi yok, sevinmiş. Sevinmiş hıçkırıklar durdu diye. Derken bir hıçkırık patlayıvermiş gümbürtüyle sıkıştığı yerden, hıçkıran adam tekrar başlamış hıçkırığa.

Bütün bir hafta hıçkırmış. Bütün bir ay... yıl, sonraki yıl ve ondan sonraki yıl; işte, evde, berberde, sokakta, yatakta, sofrada, haftasonu arkadaşlarıyla balıkta, hıçkırmış durmuş hıçk hıçk. O hıçkırmış, arkadaşları "çok yaşa!" demiş, o hıçkırmış yabancılar "çok yaşa!" demiş ve o hıçkırdıkça hıçk hıçk insanlar "çok yaşa!" demeye devam etmiş. Bir insanın alabileceğinden çok ama çok daha fazla "çok yaşa!"sı olmuş adamın. Sonra o kadar "çok yaşa!" birikmiş ki cebinde, hanesinde, taşmış dağılmış her yana. Başkalarına değmişler ucundan kıyısından hiç hissettirmeden ve adam tekrar hıçkırmış ve tekrar demişler "çok yaşa!" ve adam çok, çok, çok yaşamış ona "çok yaşa!" diyenlerle çünkü "çok yaşa!"ları cebinden yuvarlanıp insanlara değmiş, hayvanlara değmiş, toprağa ve küçük kasabaya değmiş ve hepsi çok çok çok yaşamışlar, Hıçkıran Adam'ın "hıçk!"ları ve "çok yaşa!"larıyla birlikte.

~*~

Yazarın bitiş notu:

Hıçk!

14.12.09

e-book


Çok büyük bir şey değil. Muhtemelen gelecek bir öyküye ait birkaç düşünce notu, o kadar. Yaygınlaşmakta olan "e-book" kavramı üzerine tedirgin iki paragraf ve bu arada, büyük üstad Ray Bradbury'i selamlıyorum, daha mavi önlüklü bir veletken kendileri birer kitap olan insanlarla aklımı başımdan almıştı.

***

Yıl 2037. Yıllar yok olmayacaktı önce alınan bir kararla, kitap baskıları durdurulmuştu. Artık insanlar "e-book" denilen bir sistemle ulaşıyorlardı kitaplarına. Birçok yayın evi de destekliyordu bu oluşumu. Artık ormanlar yok olmayacaktı, sözcük dolu sayfalar için. Yeni basılmış bir kitabın mürekkep kokusu, ikinci hamur kâğıdın kokusu ya da eskimiş bir kitabın sararmış sayfalarındaki mazi kokusu olmayacaktı.

Önce raflarda terk edildi kitaplar, antika gözüyle bakılmaya başladı ya da birkaç değersiz kâğıt yığını olarak. Kimileri büyük öbekler halinde geri dönüşüm için toprağa gömüldü, çürüyüp parçalandılar.

Sadece bir grup romantik taraftar, kimilerine göre geri kafalı bağnazlar, kitaplarından vazgeçmeyi kabul etmiyordu. Tüm gelirlerini kapanmak, yıkılmak üzere olan kitapçılardaki kitapları almaya harcıyor gelişen teknolojinin bu yaptığını cinayet sayıyorlardı.

...

6.12.09

Teneke Adam'ın Hikâyesi / Tin Man's Story -I-

Teneke Adam Mezarlığı / Tomb of a Tin Man

İçine işleyen bir sesti. Garip, tahta bir kutu içinde kırmızı, komik elbiseli bir adam kızağa binmişti. Önünde sıralanmış kızağı çeken kırmızı burunlu geyikler. Şöminenin tuğla oyuğunu yalayıp geçen alevlerinde parlayan kırmızı, şişkin burunlar. Ateşin etrafına yayılmış insanlar canlı birer gölgeden ibaret ve seslerindeki sıcaklık tınılarla vurgulanırken sözcüklerin anlamları ulaşmıyor.
Kapıdan gelen tok bir sesle, hareketleniyor gölgeler. Bir el, uzanıp da kutuyu kapatınca kesiliverir içe işleyen o ses ve bir çift kahverengi göz huzursuz, aralanır karanlıkta.

Zihnindeki anı kırıntılarından pek fazla şey kalmamıştır. Titreyerek bacaklarını daha fazla çekerken göğsüne o küçücük bedeni ufak bir kedi yavrusu gibidir. Gözlerini yumar tekrar, anlamını uzun süre önce yitirdiği o tuhaf ama sıcak rüyaya geri dönmek için. Nafile. Zamanını asla bilemediği, bilmeye fırsatı olmadığı süreler boyunca kaldığı bu küçük, soğuk hücrede uyumuş, uyanmış ve uyumuştur tekrar ve tekrar.
Karanlık koridorda yankılanan tıkırtılar uyandırır bazen onu. Parmak uçlarında bile yetişemediği, o küçüçük parmaklı kapaktan görür onları; loş, yanıp sönen ışıklarla gıcırdayarak yürüyen teneke adamlar. Yüzlerinin olması gereken yerde anlam veremediği dairesel, çıkıntılı, sarı, bronz ve çoğunlula paslı çarkları görür. Döner durur, durmadan işler o çarklar. Bir süre sonra, her tıkırtı için ayaklanmaktan vazgeçmiştir bile.

Kıvrılıp olduğu yerde, kulağına takılan bir gıcırtı sesiyle aralar gözlerini yine her zaman ki karanlığa. O gıcırtı, o yağ kokusu ve beraberinde gelen o tik tak sesleri. Bildiği ve hatırladığı yegane şeyler olmuştur artık. Bir rutindir bu, teneke adam gelir gıcırdayarak, ayaklarını süre süre, kafasının hemen üstündeki şapkada bir ışık yanıverir beraberinde kapak açılır. Böylece içeri bir tas tatsız yemek ve amacı susuzluğu geçirmekten çok uzak bir sıvı kayar tıngırtıyla.
Parlayınca o ışık aniden, gözleri kısılır bir köstebek gibi. Seğirir tüm vücudu, kapıya ya da duvara çarpmış olarak bulur kendini. Morluklar, çürükler mesken bellerler sıskacık vücudu. Gözlerini kısıp körlemesine bir yerlere çarpmadan önce, kısa bir an hücresni görür. Dördüncü adımın hiç gelemediği o hücresini, deliğini, evini. Sadece taş ve samanlardan oluşan inini. Geçmişine dair her şeyi yutup almış karanlık ve soğuk ini.



5.12.09

Project: "Masks of Seasons"


"Çok, çok uzun zaman önceydi," dedi yaşlı adam, "mevsimlerin isimlendirişinden, masalların söze dökülüşünden, ateşin saf demirle işleyişinden önceydi.

Sözleri zehir gibiydi onların, dilleri hançer, yüzleri maske birer. Büyülü güzellikleri ile baş döndürüp göz bağlarlardı. Niceleri düştü, düştüğünü fark etmeden onların kucağına, hâlâ gezerler halsiz ruhsuz varamadan bile farkına," soluklandı yorgunca. Gözleri dalıp giderken buruk bir neşeyle garip bir mısra mırıldandı, "Şairlere verilen ilhamın bedeli zavallıcığın boynu, şövalyeye vaat edilen kılıç bir krallığın sonu," ardından huzursuz, histerik bir kıkırtıyla sarsıldı.

Nefes alışı yeniden düzenli bir hale geldiğinde puslu gözlerindeki kör dalgınlıkla sözcükleri birer birer dudaklarından düşürmeye devam etti, "Öte diyarın efendileri kibirleriyle hor görüp onurlandırmayınca kızıl alevlerde dövülüp duran demiri, saf bir yüreğe bürünmüş demir, varolmuş insan soyundan yana.
Alevden çıkan demirle ilk silahını kavrayınca insan, zayıflar karanlığa olan korkuları. İnsanlığın arasından uzaklaşır bu diyara ait olmayan sakinler, ormanların derinliklerine süzülür, karanlığın en ucra köşesine çekilirler.

Zaman kum taneleri ve tik taklarıyla ilerledi durdu, vakit geçip gitmeye devam ederken gerçekler efsanalere döndü, efseneler masallara. Öyle masallardı ki bunlar, çocuklara kabus olurlardı; ama unutuldular. İnsanlar tarafından unutuldular ve böylece yeni fırsatlar verildi ellerine," başını salladı yüzüne yayılan doğal olmayan bir tebessümle ve sesini alçartarak, fısıldadı boşluğa, "bazen karanlık çökünce hâlâ üşüşürler dört bir yana ve korkuları için, bizden olanları kaçırırlar. Kundaktaki bebekleri, küçük çocukları, hâlâ karanlıktan korkan birilerini..."

***

Sidereal ve benim, Changeling: The Lost evrenine ait oyunumuzun öyküye çevrilmiş hali için kısa bir giriş okudunuz. Öykünün kendisi için buradan buyurun.