24.10.09

peçetelere dair


Yolculuk telaşıyla koşuştururken, vakti zamanında çantalarımdan birini kendine sığınak bellemiş bir peçete parçasıyla karşılaştım. Antik bir kehanette bulunuyor kendisi;


"...ve yerle gök birleştiğinde yıldızlar topraklarınızı yakacak,
güneş solup da ay, ak lavlar halinde ruhlarınıza dokunduğunda
eskilerin ölü bedenleri uyanacak beyaz adamın çığlıklarıyla."


17.10.09

Prologue: Parisa Valdis


Yağmur yağıyor.

Uyandığımdan beri, kanlı bu kemikleri dağıtıp duruyorum. Dağıtıyor, topluyor ve tekrar dağıtıyorum. Hep... hep aynı şekil, aynı yer.

Yağmur yağıyor.

Ufak, küçük, kanla lekelenmiş kemik parçalarının ahşap zemindeki tıkırtısı yağmurun sesinde boğulup gidiyor.

Yakında... yakında, bizi aramaya başlayacak, bizi bulacak. Yakında, her şey değişecek.

Yağmur... yağıyor.

10.10.09

Ay Yüzlü


***

Başını hevesle 'evet' dercesine salladı kütüphaneci. Cildin siyah taraflı kapağını açtı, sanki un ufak olacaklarmışçasına yavaşça ve dikkatle çevirdi sayfaları.
"Ah, işte burada," gözlüğünü düzeltti, "evet, diyor ki... Marames Suh'et... burada... hmm... burada yazdığına göre Ay Yüzlüler -ki bunlar sizin aradığınız varlıklar- ölü bir tanrının suretinden doğmuşlar. Marames Suh'etlerin yani Ay Yüzlülerin gözleri ve kalpleri yokmuş. Doğdukları ölü tanrının özünden dolayı lanetlenmişler ve gözleri ile kalplerini ayrılıp gittikleri kabuklarında bırakmışlar. Eminim ki bu 'kabuk' kelimesi daha farklı izah edilebilirdi, yine de... hmm... Ayrıca konuşmazlarmış ya da yaşayanların duyacağı şekilde. Yüzyıllar boyunca gün battığında yeryüzünde yürümüşler ve geceye hükmetmişler. Her gün doğumunda ölür ve her gün batımında yeniden dirilirler. Sayıları asla bilinmemiş... hmm... kimileri onları tanrı olarak kabul etmiş kimileri de gerçek tanrı dirilene kadar onu koruduklarına inanmış. Uygarlıklar ve ırklar onları farklı adlarla anmış, tapmış ve kurban vermiş... Hmm... mmm... ilginç... ilginç, evet, verilen kurbanlar genellikle şafak vakti doğanlar olmuş. Bazen gün içinde doğanlar da ancak gece doğanların hiçbiri kurban verilmemiş. Bunun açık açık burada yazıyor olması ilginç, öyle değil mi?"

Yaşlı adam sırıtarak bordoluya baktı, ancak kukuletanın ardından yüzü pek görünmeyen bu figürün yorumlarla ilgilenmediği çok açıktı. Kütüphaneci tereddütle kitabın sayfalarına geri döndü. Birkaç bölümü mırıldanarak okuduktan sonra çevirmeye devam etti, "burada yazdığına göre yeryüzünde nefes alanların -ki bunlar bizler oluyoruz- kendilerini -yani Ay Yüzlüleri- hatırlamayı unutmasından yüzlerce yıl önce karalardan ve denizlerden çekilmişler. Nedeni bilinmiyor. Ancak geri dönüşlerine dair birçok efsane oluşmuş ve bir sürü de kehanet var... Hepsi ortak bir noktada birleşiyor; günün geceye döndüğü vakit, Ece'nin altın tacının solacağı ve muhafızların yeryüzünde yeniden yürüyeceklerinde. Altın taçlı bir kraliçeden bahsediyor olmalı, belki de doğu ülkelerinden birinin hükümdarıdır, kadın bir hükümdar. Oh, dur bir dakika bauda dediğine göre Marames Suh'et'i zayıflatacak tek bir şey varmış zira ölmesi imkânsızmış, neyse onu zayıflatan tek şeyin Güneş Işığı olduğu yazıyor," yaşlı adam sayfanın sonuna doğru parmaklarıyla satırları incelerken bir paragraf üzerinde şöyle bir bocaladı. Parmağıyla bir iki kez 'tap tap' diye vurduktan sonra birkaç sayfa geri döndü.
"Hah, şimdi anladım. Burayı az önce çıkaramamıştım. Bak, farklı kültürlerde, uygarlıklarda ve ırklarda farklı adlarla anılmış. Buradaki isimler tüm o dillere ait o yüzden anlamamıştım. Sana ancak birkaç tanesini çevirebilirim çünkü hepsini bildiğimden emin değilim. Ancak şöyle diyor; Onlara Ay Yüzlüler dendi, Gece'nin Muhafızları, Ölü Bekleyenler, Kalbi Olmayanlar, Gümüş Prensler; ama onları bir isimle daha andılar. Tüm dillerdeki karşılığıyla onları en iyi ifade eden isimle ve her gece onlara taptılar; Güneş Yiyenler'e."


---

Not: Hâlâ taslaktır kendisi zira yazana da pek bir sönük, silik gelmiştir. Düşünmektedir üzerine.