Genç Kadın diz çöktü, yüce olan ağır adımlarla ilerledi. Dualar okuyup ilahiler fısıldıyor, kutsuyordu. Geceden çalınmış gümüş yıldızlarla bezenmiş bir tacı genç kadının başına bıraktı yavaşça.
Tören bitti.
Nedimeler yol gösterdi ve genç kadın odasına götürüldü. Tavandan yere kadar olan camsız pencerelerden gece tüm güzelliğini sergileyip kıskandırıyordu onu. Özgürlüğü öylesine cezbediyordu ki içeri süzülen serin rüzgâr da alaylı alaylı eteklerini dalgalandırıyordu.
Ansızın taş sütunların yanında bir kıpırtı oldu, gölgelerden içeri bir cüppe süzdü. Kukuletasını eriye attığında koyu yeşil gözler genç kadına imalı imalı bakmaya başladı.
"Ah! Bakıyorum Leydim, tacınızı da almışsınız sonunda," dedi, yerlere kadar gülerek eğildi. Sonra pelerinin çıkarıp en yakın koltuğa astı. Yüzünü geceye dönüp "Hâlâ burada kalmaya kararlı mısın Lela? Çünkü benim buraya son dönüşüm ve bu kez de kardeşimi almadan gideceksem gerçekten büyük bir hayal kırıklığı yaşayacağım." Sonra arkasını dönüp genç kadını süzdü ve suratını ekşitip "Tanrım. O ne iğrenç bir taç öyle. Hele şu elbise! Nerede senin at sırtındaki azgın ruhun?"
Kardeşini gördüğündeki memnuniyeti yüzüne yansıyan kız gözlerini kısıp anlamlı bir gülümsemeyle kendisi süzen kardeşini süzdü, Kafasındaki tacı çıkartıp camın hemen karşısındaki rahat koltuğa kendini bıraktı.
"Ah sevgili Lior..." Cümlesini tamamlamadan önce yanındaki boş yere oturması için hafif bir işaret etti, "Buradaki işim henüz bitmedi."
"İş mi? Ne işi? Babamızın dayatması olan bu manastır hayatında ne işin olabilir ki Lela?"
Çarpık bir gülümsemeyle dalgın dalgın camdan süzülen ay ışığının halıya yansımasını izledi bir süre mor saçlı kız.
"Çok az kaldı kardeşim... Ufak bir işim daha kaldı." Oturduğu yerden beklenmeyen bir hızla kalkıp arkalarındaki masaya doğru ilelerdi çekmeceden doğal olmayan bir çiçek çıkarttı. Turuncu bir gül ve bu gülü Lior' a uzattı.
"Beni anlaman için..." Tekrar gülümsedi, "Bu çiçeği anlaman gerek. Şimdi, buradan git."
Derin bir iç çekti Lior. Babasının dayatmalarından her defasında kaçıp kılıç sallamayı tercih etmişti o. Dua etmek ona göre değildi. Kardeşinin burada kalmak istemesini hiçbir zaman anlamamıştı; ama ikisi de kendilerine göre zeki ve güçlüydüler. Ne yapmaları gerektiğini hep bilmişlerdi. Lior, gülü aldı. Kardeşine sıkıca sarıldı ve sonra kukuletasını başına geçirmeden birkaç saniye önce...
"Kara Şafak için çok yakında diyorlar Lela. Dikkatli ol, ben Doğu' ya gidiyorum. Işık' a ön saflarda ihtiyaçları var" ve pencereden aşağı atladı. Lela anlamlı bir şekilde gülümsemeye devam etti.
"Görüşürüz kardeşim. Sana verdiğim hatırayı sakla ve ona dikkat et," dikkat et kısmını hafif bir imayla söylemişti. "Güle güle, kardeşim."
Lior taş duvarlarla yükselen yapıdan aşağı inmek yerine tersine surların en yukarısına çıkmıştı. Nişancılıklardan birine tüneyip dolunayın ışığında elindeki güle baktı. Gülümsedi ve gülün kâğıttan olduğunu gördü. Sapından kıvırdığında kâğıt açıldı. Böylece bir parşömen gül yerine avucunun içinde belirdi. Parşömen parçasındaki yazı kardeşinin el yazısıydı.
Eğer bir şeyi yok etmek istiyorsan, onu içten çökertmek gerekir kız kardeşim ve ben de bunu yapmak üzereyim. Bu mektubu sana verebilmeyi başarmışsam, onu aldıktan beş saat sonra beni, tahta kılıcını sapladığın yerde bekle. Burada, işim bitti.
Seni özledim,
Lela.
Lior' un dudaklarında daha büyük ve coşkulu bir sırıtış belirdi. Işık, avucundaki parşömene bir öpücük kondurdu ve kâğıt parçası sessizce yanıp yok oldu. Bu ufacık alev gözü en keskin nişancıyı bile tedirgin edemeyecek kadar usuldu. Küller gece rüzgârında yok olduğunda Lior surdan ve şatonun sınırlarından çoktan uzaklaşmıştı.
5 saat sonra...
Lela, buluşma yerine geldiğinde ormanın içinde böyle bir yıkıntıyı hâlâ fark edemeyen insanların haline güldü. Sarmaşıklar altında kalan yıkık ambar kapısını gürültüyle açtı ve içeri girdi. Lior' un çocukluk anıları canlandı gözünde. İkisi de daha küçük kızlarken, kardeşi atlara ve kılıçlara olan merakını saklamaktan çekinmezdi. Her fırsatını bulduklarında kaçıp saklandıkları bu eski ambar Lior' un içi saman dolu çuvaldan düşmanları ve tahta kılıçlarının izleriyle doluydu. İki eski çiviyle bir birine tutturulmuş iki çürük tahta parçasından yapılma o yeni yetme, oyuncak kılıcını savaşa girecek cesareti ve gücü olduğunu kanıtladığında tam da buraya bırakmıştı. Sarmaşıklar artık o anı parçasını öylesine kucaklamışlardı ki görünmüyordu bile. Lela huzurlu, özgürlük kokan bir nefes çekti. Kardeşi her an gelebilirdi, yoksa gelmiş miydi? Ambarın çürümüş çatısının aralıklarından süzen ay ışığında turuncu saçlar belirdi aniden. Lior çoktan hazırdı ve tetik de bekliyordu. Kardeşinin görür görmez ayaklanmıştı. Lela neşeyle gülerek kardeşinin boynuna atlayıp sarıldı.
"Sana anlatacak o kadar çok şeyim var ki! Hemen başlamalıyım anlatmaya," Küçükken olduğu gibi sabırsızca gözlerini kırpıştırıp konuşmaya devam etti. "Çok zor bir büyü üstünde çalışıyordum manastırda kaldığım süre boyunca. Ah; ama başardım kardeşim. Kendimden bir tane daha yaptım, eh ama öyle bakma bana yani kendimden yapmadım da en azından diğerleri öyle sanacak," neşeyle güldü. "Ölü. Hiç canlı olmadı zaten. Bu sabah yatağımda onu bulacaklar. Ölü, öldürülmüş... Düşünsene kardeşim, Neva Manastırı' nda cinayet."
Kahkahayı bastı Lior ve sımsıkı sarıldı kardeşine.
"Ah sen ve şu cin fikirlerin. Peki ya şimdi? Şimdi ne yapacaksın? Doğu' ya gelecek misin benimle ?"
"Eh beni ölü sandıklarına göre canımın istediği her yere gidebilirim kardeşim. Tabii ki senle Doğu' ya geliyorum," Kardeşine hâlâ sarıldığını fark edip bıraktı.
"Hadi öyleyse acele edelim. Kara Şafak, Zirnam Ovalarını geçmiş."
Buruk bir tebessümle üstünü gösterir Lela. Ay ışığın son yansımaları beyaz elbisesindeki kanları açığa çıkartır, "Böyle yolculuk edemem."
"He he..." Lior pelerinin ardından bir çanta çıkartıp kardeşin uzattı, "Dediğim gibi. Acele etmeliyiz."
---
Elwnyx ile birlikte yazıldı.
No comments:
Post a Comment