2.8.07

Mavi Güneşten Bir Parça


[Giriş]


--Kahramanlarımız, yaklaşık elli kişiden oluşan bir grupla kraliyet sarayına girdiklerinde kralın talimatı ile bir birleriyle eşleşmiş ve dövüşmüşlerdi. Elli kişinin için rakiplerini yenilgiye uğratmış ve kralın zenginlikler vaat ederek şart koştuğu görevi yerine getirmek için yola çıkmışlardı.--


Şiddetli rüzgâr doğudan batıya eserken, üç ejderhanın üzerindeki üç binici, hızla doğuya doğru ilerliyordu. Rüzgâr, ejderhaların kulaklarını kopartmak istercesine sallarken, biniciler için de aynı şey geçerliydi.

O rüzgârda garip bir şekilde yüzünü hâlâ örtmeyi başarabilen bordolu kişi, siyah pelerini bayrak gibi sallanan adam ve gri cüppesini altına sıkıştıran, saçlarından başka hiç bir şeyin oynamasına izin vermeyen oğlan.

Dün o misafir odasında, kimse uyumamıştı. Pencerenin pervazına oturan bordolu, gözlerini saklıyordu; ama uyumadığı hareketlerinden belliydi. Siyah pelerinli ise yatağın kenarına oturmuş kitap okumuştu. Gri cüppeli... Aslında onun için 'uyuyup uyumadığı belli olmayan tek kişi' demek mümkündü. Biniciler, kralın verdiği görevle gökyüzünde yol alırken sessizliği bozan da bu genç oldu.

"Benim adım Lavern Alaric," dedi kafasını çevirmeden. Rüzgârdan sesi duyulsun diye böğürmüştü.
"Eric Kennitt," diye bağırdı siyahlı. Çocuğa sırıttı hafifçe, "Kara Başak Vadisinden geliyorum. Sen?" diye sürdürdü konuşmasını. Orta yaşlı eski bir askerdi, tecrübeli ve nazik görünüyordu. Yirmili yaşlar onun için çocuk sayılırdı ve bu çocuğun -diğerinin neye benzediğini bile bilmiyordu, yaşını da tahmin edemezdi bu yüzden- bu kadar güçlü olması onu şaşırtmıştı. Yeteneğine saygı duymuş; ama gençliğin verdiği delikanlılıkla başına bir şeyler açmasından endişe duymuştu. Bordolu ise sessiz kaldı. Saraydayken omzuna tünemiş olan kara gölge şimdilerde ortalıkta değildi.

"Krallıktaki her ordudan geliyorum. Kendimi bildim bileli savaşırım," dedi Lavern ve kafasını çevirerek, bordoluya baktı, "Senin bir adın var mı yoksa sessiz kalmayı mı seçeceksin bütün yol boyunca?"

Bordolu durup bir an kafasını geriye doğru attı. Kukuletanın altından upuzun kızıl saçlar kırbaç gibi ardı sıra rüzgâra tutundu. Genç bir kadındı, başı dik, duruşunda mağrur bir eda vardı. Kehribar sarısı gözleri hafif hüzünlüydü ve dudaklarını araladığında sesine biraz melankoli biraz da keder tınıları serpilmişti, "Adım, Erion Reid. Corazon' dan geliyorum."

Lavern, Erion' a baktı uzun süre. Yüzünün nasıl bir şey olduğunu aklına kazımak ister gibiydi. Saçları ters rüzgârdan yüzüne kırbaç gibi vuruyordu.
"Gizemimiz çözüldü," dedi muzırca gülümseyerek ve önüne döndü. Rüzgâr tekrar kahverengi saçlarını arkaya savururken, ileride bir parıltı gördüğünü sandı; fakat hemen sonra gerçekten görmüş olduğunu fark etti çünkü Eric' in sesi, gür ve sert bir şekilde havada yayıldı.

"Bir sorunumuz var millet."
"Zenka!" diye bağırdı Erion ve bir anda yanlarından bir gölge uçuverdi çığlık atarak, Erion gözlerini kapattı. Tekrar açtığında göz bebekleri iyice büyümüştü, "Rihad lar. Dört kişiler," dedi, transta gibiydi. Sonra gözlerini tekrar kapatıp açtığında gözleri eski haline dönmüştü.
"Rihadlar... isimleri tanıdık; ama bunlar tam olarak ne?!!" diye bağırdı Lavern kafasını çevirmeden. İlerdeki parıltı yaklaşıyordu.
"Çöl Toplulukları! Kraldan haz etmezler, kesin olarak düşman değillerdir. Pek ortaya çıkmazlar genelde; ama bu sefer fikirleri değişmiş sanırım," dedi Eric, "Topraklarına gireceğiz, Kralın adına," göz kırptı, "bundan hoşlanmamış olmalılar."
"Hoşnutsuzluklarını memnuniyetle karşılayabilirim," dedi Lavern yarım ağızla gülümseyerek. Artık ilerde ki ejderhalar seçilebiliyordu. Birkaç dakika sonra, yeşil ejderhalar süren, sarıklı ve peçeli dört kişi gözle görülebilir mesafeye gelmişti. Lavern, ejderhasını yavaşlattı ve arkada kaldı. Eric ile Erion yan yana ilerlemeye devam ettiler.

Erion, Lavern arkaya geçerken yan gözle onu süzdü istifini bozmadan hemen ardından da ejder eğerinin üstüne çıkıp dimdik durdu. Bu en iyi binicilerin bile yapmakta zorlanacağı bir şeydi, o ise sanki çayırdaki meltemlerin yüzünü okşayışını izliyormuşçasına rahattı. Cüppesi ardı sıra kızıl saçlarıyla birlikte dalgalanıyordu. Sol omzunun hemen üstüne siyah bir gölge belirdi. Eric ise, başını hafifçe arkaya doğru çevirip seslendi, "Hey, çocuk! Başını belaya sokma!" Sonra da kılıcını kınından çekti. Lavern, her zaman ki gibi, muzipçe gülümsedi ve gözlerini bir anlığına kapattı. Açtığında, eskiden kahverengi olan gözleri, güneş ışığı altında leylak renginde parıltılar saçıyordu, "Sen hiç merak etme," dedi yüksek sesle ve sadece kendisinin duyacağı tonda ekledi, "babalık."

Üç ejderhaya karşı dört ejderha. Üç kişiye karşı dört kişi. Güneşin altında, yerden oldukça yüksekte birbirlerine bakan yedi kişi. Sessizliği bozan peçesinin arkasından sesi boğuk gelen adam oldu.

"Kralın piçleri!! Defolun!!"
"Kralın adına, yolumuzdan çekilmenizi öneriyorum. Yoksa olacaklardan sorumlu değiliz," diye karşılık verdiğinde Eric, Erion' un sol omzu üzerinde gölge daha bir tutkulu dalgalandı ve saçına takılı iki siyah tüyün tuttuğu mor boncuk hafifçe parıldadı.

"Seni...!!" diye böğürdü konuşan peçeli adam. Tam elinde ki bıçağı fırlatmak için kaldırmışken, gözleri kocaman açıldı. Alnında biriken ter damlaları, yüzünü geçerek çenesinin altında kayboldu. İnliyor ve boğuk sesler çıkartıyordu; fakat hiç bir kıpırtısı yoktu. Sadece kocaman açılmış gözleri ile Lavern'e bakıyordu. Lavern ise, gözlerinin leylak parıltısı altında, gülümsüyordu. Derken, adam sağa kaydı ve ejderhasından aşağıya düştü.

Geriye kalan üçlü küçük bir şaşkınlık şoku yaşadıkta sonra silahlarına davrandılar. Erion' un karşısında yan yanan duran çift üstlerine aniden belirip binen kara gölge tarafından yutuldular. Geriye kalanla da Eric, kılıç kılıca bir çarpışmaya girmişti. Son adamı Erion ve Lavern' den biraz uzağa çekmişti. Genç kadın ifadesizde ayakta durduğu yerden ikisini izliyordu. Kara gölge yine omzunun üstüne dalgalanmaya başlamıştı. Lavern, Eric ile peçeli adamın dövüşüşünü izledikten sonra, gözlerini uzunca bir süre kapattı. Açtığında leylak ışıltısı kaybolmuş, kahverengi gözleri geri gelmişti.

"Sence, ona yardım edelim mi?" dedi Lavern, Erion'a.
"Sanmam," dedi kadın. Lavern dövüşten gözünü alıp Erion' a çevirdiğinde yüzünü, kadının omzunda dalgalanan gölgeyle 'göz göze gelmiş' gibi bir hisse kapıldı. Gölge duruldu, titredi ve ansızın yok oldu. Erion'un saçında mor boncuk tekrar parlayıp sönerken genç kadın istifini hiç bozmadı.
"Hahah!" diye güldü Lavern. Tokayı beğenmişti, "Bu toka oldukça güzel. Kendi kendine parıldayıp duruyor. Fark ediyor musun?"
Erion ilk kez Lavern'e baktı. Sonra başını dövüşe geri çevirdi, "Hayır, hiç fark etmedim."

Bu sırada Riadlardan olan adam Eric'in savurduğu bir kılıç darbesiyle ejderinden düşmeye başladı. Eric bir süre orda durup onun düştüğü yöne baktıktan sonra ejderini ikilinin yanına doğru sürmeye başladı.

"Neden arkaya geçtin?" diye sordu Eric ikiliye yaklaştığında. Sanki biraz önce hiç bir şey olmamış gibi kılıcını kınana soktu. Nefes alışı bile hızlanmamıştı.
"Eğer çuvallarsam, tam önünüzde başıboş bir ejder bırakmak istemedim," dedi gözlerini binicisiz kalan ejderlere kaydırarak. İki ejderha, hiçte dostça olmayacak bir şekilde, üçlünün etrafında dönmeye başlamıştı.

Erion cüppesinin altından elini çıkarttı, yüzünün hemen önünde avuç içi sağa bakacak şekilde tuttu. Sonra hemen ardından kolunu o kadar hızlı yanına doğru dimdik açtı ki ejderler efendilerinin emrindeymiş gibi o tarafa yöneldiler. Bordo cüppesinin yarısı arkasına savrulmuştu. Düşük belli pantolonu ve beline bağlı kumaşın üstünde ilginç boncuklar ve kemik parçaları vardı. Erion ejderler uzaklaşırken cüppesini geri örttü ve sanki hiçbir şey olmamış gibi, eğere geri oturdu.
"Tamam, o zaman," dedi Lavern gülümseyerek. "Yola devam etmemek için bir nedenimiz yok. Kral hazretleri beklememeli," dedi Eric'e gülümseyerek ve ejderhasını son sürat ilerletmeye başladı.


Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere dönüşürken, üçlü yollarına devam ettiler. Sonunda biraz alçaldıkları bir zamanda, altlarında ki toprak, çölden yeşilliğe dönüşmüştü. Ay ise, gökyüzünde ki yerini çoktan almıştı bile.
"Biraz dinlenme vakti geldi," dedi Eric, ejderhasına iniş emrini vererek. Lavern' de rahatlamış bir şekilde onu izledi. Erion' un ejderi çimenlere bastığında genç kadın eğerden aşağı kaydı usulca, "Yakınlarda nehir ya da göl var mı?" diye soru Eric' e.
Eric, güneyde ağaçlık bir bölgeyi işaret edip, "Şu tarafta bir tane olması gerekiyor, sanırım on beş dakikalık bir yürüyüşle bulabilirsin. Eğer gideceksen balık tutar mısın? Böylece erzakımızı daha uzun süre koruyabiliriz."
"Olur, tutarım," dedi Erion ve nehrin olduğu tarafa yöneldi, Lavern arkasından atlayıp, "Dur! Yardım edeyi--" diyordu ki Eric onu ensesinden yakalayıp geri çekti. "Sen ateş yakmak için çalı çırpı toplamaya yardım et genç adam," dedi ve ona Erion'un gittiğinin zıt yönünde bir bölgeyi işaret etti. Lavern dişlerini sıkarak gösterilen yöne doğru ilerledi.

"Orda bir tane, şurada iki tane, lanet çalılar her yerde," dedi karanlığın içinde. Ejderhanın üzerinde tutulan belinin acısını dindirmek için garip hareketler yapıyordu aynı zamanda. Bir kaç dakika sonra kucağında bir dolu çalı çırpı ile Eric'in yanına geri döndü. Adam uyku tulumlarını, taşlardan yaptığı halkanın etrafına dizmiş, kendisininki olduğuna karar verdiği tulumda üzerine oturmuş elindeki tahta parçasını yontuyordu.

Lavern, çalıları yuvarlığın içine bıraktı, "Ben balık tutmaya gidiyorum," dedi adama doğru; ama içinden 'babalık' kelimesini ekledi sonuna.
"Evet, şimdi istediğini yapabilirsin," diye karşılık verdi başını elindeki tahta parçasından kaldırmadan.
"Onu ne yapmayı planlıyorsun?"
"Bitince görürsün."
"Öyle olsun," deyip iri adımlarla, nehrin tahmini yönüne ilerlemeye başladı.


Erion nehir kenarına vardığında yavaşça etrafını süzdü. Siyah gölge bu sefer tam bir karga şeklinde omzunda belirdi, hafifçe gakladı. Erion tebessüm edip onun başını okşadı ve karga havalanıp geceye yükseldi. Erion üzerindekileri yavaşça çıkartıp bir kayanın üzerine koydu. Bir tek saçındaki iki tüylü mor boncuk kaldı. Yavaş adımlarla suya girdi. Su serindi; ama dalgaları azgın değildi. Erion suyun altına dalıp akıntıya karşı yüzen gümüş rengi gece balıklarını izledi. Ona doğadan aldıklarına karşı doğaya vermesi gerektiği öğretilmişti. Suyun yüzeyine çıkıp saçlarını geriye savurdu, etrafa saçılan su damalarının yok olduğu anda çevrede uçuşan beyaz ışık huzmeleri belirdi. Bunlar orman hayvanlarının ruhlarıydılar.

Erion onları izledikten sonra suyu okşarcasına elini üstünde gezdirdi ve hafifçe bir şeyler mırıldandı, dokuz tane ince uzun beyazımsı ışık suya girdi hızla ve tekrar yüzeye çıktıklarında kıpırdayan balıkları avlamışlardı. Erion hepsini topladı. Kayanın yanına geri dönüp giyindi. Saçlarındaki suyu sıktı ve gece meltemi tatlı öpücüklerle nemli saçlarını dalgalandırdı. Cüppesini giyip, balıkları eline alarak kamp yerine yöneldi.


Lavern ıslık çalarak ilerliyordu ki karşıdan gelen bir karartı gördü, "Erion?" diye seslendi. Elini ne olur ne olmaz diye kılıcının üzerine koymuştu bile. Erion cevap vermeden sessizce yanından geçti Lavern'in.
"Evet, çok güzel," dedi genç adam ve Erion'un arkasından ilerlemeye başladı.
"Şu suskunluğunu biraz bozsan çok daha iyi olacak biliyor musun? Hayır, en azından sen olduğunu bildirebilirsin bana değil mi?"
"Hmm... Bendim," demekle yetindi Erion.
"Gelişiyoruz. Bu da iyi bir şeydir," dedi Lavern, ellerini arkada birleştirip ıslık çalmasına kaldığı yerden devam etti. İkisi kamp alanına geri döndüklerinde, Eric, ateşi yakmış ve balıkları dizmek için bir düzenek oluşturmuştu. Elinde ise hâlâ oymakla meşgul olduğu tahta parçası vardı.
"Buradan bakınca bir tavşana benzemeye başladı Eric," dedi Lavern, tahtaya bakarak. Sonra, Eric'in solunda ki uyku tulumuna yöneldi. Kılıç kınının iplerini söktü ve düzgünce yerleştirdi onu. Sonra çizmelerini çıkarttı, üzerinde ki pelerini çıkarttı ve uyku tulumunun içine kendini kaydırdı.

Gözleri ateşe bakarken, saçları yüzünün neredeyse hepsini kaplıyordu. Belinin acısını umursamamaya çalışarak, Eric ve Erion'a bakmaya başladı. Erion dikilip bir süre alevlere baktı boş boş. Sonra mekanik bir şekilde Eric'e uzattı balıkları, onlarda birkaç dakika alevlerin üstünde asılı kaldı. Eric oymakta olduğu şeyi bir kenara bırakıp balıkları aldı. Kadın uyku tulumunun üstüne oturup bağdaş kurdu. Cüppesinin altını kurcalayıp bir pan flüt çıkardı. Bir iki kere üfledikten sonra hafif bir ezgi çalmaya başladı. Alevlerde ufaktan bu ezgiyle titreşiyor gibiydiler.

Lavern, balıklar pişene kadar dört kez esnedi. Flütün sesi o kadar dinlendirici ve o kadar yumuşak çıkıyordu ki, hayran kalmamak mümkün değildi. Balıklar hazır olduğunda, vücudunu zorlayarak tulumdan çıktı ve kendi payı olanları alıp yemeğe başladı.
" Ejderhalardan... nefret... ediyorum... belim..." demeye çalıştı yemeği bırakıp nefes aldığı zamanlarda, onun homurdanmasını duyan ejderhalar bu genç ve küstah binicinin sözlerine hafifçe hırlayarak karşılık verdiler.

Eroin, balığı ufak lokmalar halinde, her ısırığın üzerinde düşünüyormuş gibi yavaşça yiyordu. Eric ise ilk balığı bitirdiğinde, "Siz ikiniz uyuyun. İlk nöbeti ben alacağım. Erion, seni gece yarısı uyandıracağım," dedi. Lavern, olumlu anlamda başını sallayıp, Erion'a göz attıktan sonra, parmaklarını yalayarak uyku tulumuna tekrar girdi. Tamamen yerleştikten bir kaç dakika sonra, uyumuştu bile.
Yemeği bittiğinde genç kadında sırtını ateşe vererek uyku tulumun üstüne uzandı ve cüppesine sıkıca sarılıp uyumaya çalıştı.

Eric, çocukların uyuduğuna kanaat getirince kamp yaptıkları alanın bir kaç metre ötesinde, halka çizerek temkinli adımlarla ilerlemeye başlamıştı. Bir ara cebinden çıkarıp yontmakta olduğu tahta parçasına baktı, ardından buruk bir tebessümle onu pelerini altında kaybetti. Gecenin içinde, ateşin çatırtıları, ejderhaların derin soluk alıp verişleri ve Lavern ile Erion'nun birbirine karışan nefes sesleri duyuldu.

---

Faldor ile birlikte yazıldı.

No comments:

Post a Comment