Neil Gaiman'ın, The Graveyard Book adlı son kitabını okurken, büyüdüğüm evin mezarlığın yanında olduğunu ve nice hayaller kurduğumu hatırladım.
Tüm o zamanların anısına ve başka bir üstadı hayranlıkla kıskanırcasına...
***
Derin bir soluk çekti içine ve gerisin gerisi uzandı fazla büyümüş otların arasına. Güneş yeni batmıştı, gökyüzü henüz mor ve pembe dalgalardan oluşan tuniğin çıkarmamıştı. Kollarını gerisin geri uzatıp sırıtkan bir kedi gibi gerindi. Eve dönme vakti yaklaşmıştı, dirsekleri üzerinde doğrulup işlenmiş taş çıkıntıların üzerinden yola baktı. Sokak lambaları titreyerek henüz yanıyorlardı. Ayağa kalktı ve eteğindeki toprakları silkeledi. Demir parmaklıklarla dört bir yanı çevrilmiş alanda, krallığını süzen bir kral edasıyla gururla göz gezdirdi. Burası onundu. Onun oyun alanı, gizlenme yeri, hayal kurma mekânıydı. Üç sokak gerideki Missy Popkins'in şişme prenses sarayı vardı, onun ise koca bir mezarlığı.
Yüzünde tatmin olmuş bir tebessümle, kitaplarını taş lahdin kenarından aldı. Eve dönme vaktiydi, demir parmaklıkların çarpıklığı arasında kendine bulduğu gizli yoldan ışıkları titrek sokağa çıktı. Evine doğru giderken soluk, mavi bir leke gibi ışıkların altında süzüldü.
"Hoş bir hanımefendi," dedi Barnaby Thaddeus (ve şimdi Cennet'de okuyor mısralarını) saatler sonra hava daha da karardığında. Soluk bedeniyle kendi lahdinin üzerinde şöyle bir süzüldü, "bitkilerden kesinlikle iyi anlıyor." Yüzyıllardan sonra ilk kez otları düzenlenmiş kendi mezarına gururla baktı.
"Bir cadı olabilir! Cadılar otlardan anlar," dedi hiddetle Elizabeth Marian Lily Atherstone, fazla yaşlanmış bir hanımefendiydi, bir kız kurusu. Olup olmadık her şeyle ilgili bir fikri olurdu her zaman, doğru ya da yanlış, her zaman bir tane olurdu.
"Sevgili hanımefendi, sadece birkaç çalı çırpıyı temizlemiş küçük bir hanımefendi o" dedi Barnaby, "cadı bile olsa, kötü bir niyeti olduğundan şüpheliyim." Gri, şeffaf mizacıyla Elizabeth burun kıvırdı, şairin bu sözlerine.
No comments:
Post a Comment